Mart-Nisan / 2017 | 1305
Kaos GL’den
Hayatın karmaşıklığı içinde ve bize dayatılan kurallarla çevrili bir dünyada kendi zamanına ve mekanına sahip, “gündelik hayat mantığı”nın direttiği rollerin dışında oyun oynamak “hâlâ” mümkün mü?
Elbette bu soruyu mümkün olduğuna dair inancımızla dile getirdik ve nasıl ki, her “spor” kelimesini kullandığımız zaman endüstriyelleşme ve profesyonelleşmeyle oyun kavrayışının ötesine geçtiğini; ondan her bahsettiğimizde aynı zamanda ekonomiden, medyadan ve elbette siyasetten bahsetmemiz gerektiğini bildiğimiz gibi.
Kültürden de önce var olan (ki Huizinga kültürün oyun biçiminde doğduğunu ve başlangıçtan itibaren oynandığını öne sürer) benliklere, ilişkilere ve aidiyetlere daima nüfuz eden oyun; gündelik yaşantı içerisinde bizler için bir kaçış olanağı, başka imkanların mümkünatını gösterirken, iktidar elinde kendi kurallarını çizdiği (kimler oyuna katılabilir), denetimini güçlendirdiği ve bu süreklilik ile meşruiyetini sağladığı bir alan haline gelmiştir.
Bu sayı oyun bozanlara, kendimizi bir anda içinde bulduğumuz oyunlara ve ancak “seyirci” kılındığımız oyunlara çomak sokanlara ayrıldı.
Bu amaçla günümüz sporunun ataerkil ve homofobik endüstrisi içerisinde en “profesyonel” oyuncuların dahi oyunsal düzenek içerisinde nasıl çok-cinsiyetleşebildiklerine dair performatik örneklere, spor endüstrisine ve onun burjuvalaşmasına, takımlara, taraftar ve sporcu olmanın toplumsal anlamlarına odaklandık.
Ahmet Talimciler, sporun oyun’dan iş’e dönüşme sürecine odaklanırken, Dağhan Irak bu sürecin sınıfsal ve siyasal temellerine odaklandı.
Sınıflı toplumda oyunun nasıl oyun bozucu olabileceğini ve ne tür olanaklara haiz olduğunu dile getiren Serhat Tuksal’ın ardından, Arzu Tatlı & Bora Şahinkara oyunun toplumsallaştırıcılığına ve toplumsalın oyunları üzerine yazdı.
Spor medyasında hegemonik erkeklik değerlerinin nasıl üretildiği ve nasıl servis edildiğini anlatan Birce Pakkan’ın ardından “Spor bedenleri”ni hizaya çekmeye ve disipline etmeye çalışan heterosesksit hegemonyaya direnen, hizaya gelmeyenleri ise Pınar Öztürk & Mustafa Şahin Karaçam yazdı.
Türkiye’de tribünlerin sahibi olduğunu düşünen hegemonik erkeklik standardına uyan “kadın ve erkek taraftarlar” üzerine yazan Itır Erhart’ın ardından ise tribünlerde erkeklerin o çok kıymetli “topunu çalan” Emel Uzun yazdı.
Oyun bozan ve yeni oyunlar kuran oyuncular ise hem sadece bu coğrafyayla sınırlı kalmadı hem de çeşitliliğiyle dergiyi oldukça zengin bir hale getirdi. Afganistan’dan Jamail Baseer’in pasını Sportif Lezbon karşıladı ve onların açtığı ortayı bale pratiğinin dayattığı toplumsal cinsiyet rollerini ifşa eden bale eğitmeni Pınar Özer karşıladı. Ruşen Sarı’nın Muggle Quidditch’inde de zaten bütün roller karıştı. Son olarak Zeynep Akkuş da bu karışıklıktan yararlanıp tek pas çıkarmak yerine pası dünyanın her yerine yayıp homofobiye karşı mücadele eden başka sporculara yolladı.
Kapak ve umum sayfalarında “Futbolu Seviyorum” sergisinden işlerle Murat Tosyalı yer aldı. Dergiye katkı sunan herkese teşekkürler.
Bir sonraki sayımızın dosya konusu “Çocuk”. Katkılarınızı 5 Nisan’a kadar bekliyoruz.
Keyifli okumalar.
Aylime Aslı Demir
E-posta bültenimize kayıt olup anlık olarak gelişmelerden haberdar olabilirsiniz!